Hastaların saplantı halinde kullandıkları “sözünü balla kestim”, “pardon”, “yanlış anlamayın”, “bir şey söyleyebilir miyim?” gibi küçük hileleri vardır. Bir kere kanıp “hıı” diyecek kadar gafilâne bakmanız virüsün hayat bulup çoğalmasına kâfidir. Artık geçmiş ola. Bundan sonra her fırsatta gevezenin taarruz ve tarizine maruzsunuz demektir.
Hastalığın ilerleyişinde ve sonucundaki ahval stabilize değildir. Determinist hiç değildir. Hastalık seyri istatistikî bilgiler vermez bize. Zira bugüne kadar ele avuca gelir hiçbir sonuç bulunamamıştır. Bir hedef, gaye, amaç, fayda, sevgi, saygı, diyalog, kavga, propaganda, reklâm gibi hedefler gütmez bu hastalar. Sadece konuşurlar. Sürekli ihtiyaca çıkan hasta gibi sebepsiz, düzensiz habire konuşmaktır mevzu.
Seyrettikleri belgeselden, reklâma, yemek programından her türlü fuzuliyata kadar ayrıntıdan ayrıntıya atlarlar. Hatta hastanın taarruzuna maruz kaldığınızda eldiven, bone, galoş, antiseptik ve karantina gibi koruyucu ve önleyici tedbirler de fayda etmez.
Henüz aşısı, serumu da keşfedilmiş değildir. Bu marazi illet sürekli mutasyonla evrilebildiği için oldukça tehlikelidir. Bu güne kadar en makul ve rasyonel tedavi alternatif tıp da diyebileceğimiz “Allah kurtarsın.” temennisinden ibarettir.
Kelimelerin canını çıkarır, cümleleri mıncıklar, her şeye biber ve baharat olurlar. Lakin bir derde şifa oldukları görülmemiştir. Karın doyurdukları, zihinlerde buruk dahi olsa bir tad bıraktıkları tarih boyunca yazılı metinlere geçmemiştir. Dinlemeye ve susmaya tahammül edemezler.
Kabullenmezler, fren ve balata sistemleri yoktur. Susturucu ile pamukla, düdükle, balla susturamazsınız…
Geveze aynı zamanda ukala ve enteldir. Kendini aşırı beğenir ve dünyanın çekim merkezinin kendisi olduğuna inanır. Aforizmaları, sabitleri ve önyargıları vardır. Yalansız ve yanlışsız konuşabilmeleri zor olduğu için anlattıklarına ihtiyatla yaklaşmakta azim fayda bulunur. Gevezenin kafası karışıktır kafa karıştırmaya da bayılır. İçindeki derbederlik ve intizamsızlık ifadelerine yansır.
Geveze sürekli mutfak robotu ve mikser gibi çalışıp vuvuzela gibi sesler çıkarır. Özgün değildirler. Derleme ve anonim kaynaklı konuşur. Literatürleri sokak jargonundan beslenir, duvar yazıları ile havalanır, derme çatma iki üç filozof klişesi ile kanatlanır ve sıklıkla televizyon ekranlarındaki memnu bayağılıklardan nemalanır. Kulaktan ve gözden dolar ağızdan boşalırlar. Çoğu zaman “Şecaat arz ederken merd-i kıpti, sirkatin söyler.” konumundadırlar lakin bilmezler, bildirebilmek ne mümkün? Bu tür konuşma illetiyle malul insanlar çevremizde mebzul miktarda bulunur. Bunlar hasta olduklarını kabul etmedikleri için tedaviye yanaşmazlar. Fark ettirmeden tedavi uygulanmasında ise tedaviye cevap vermezler. Format atılması, reset filan da kabil değildir.
Hastalığın semptomları şöyle sıralanabilir:
Olur, olmaz konuşurlar. Konuşma için bilgi sahibi olmaları gerekmez. Zaman zaman saçmalama, plak takılması halinde nükseder bazen hastalık halüsinasyonlara yol açıp şizofreniye varabilir. Bu hastalık metastaz oluşturduğunda el kol bacak kısmen veya topluca hareket eder ve tüm vücut oynak ve kıvrak bir hale gelebilir. “Başı gözü” oynamak tabiri bunlar için birebir tarif olarak kullanılabilir.
Hastamız histerik bir hale girer; uzun ve gürültülü nutuklara başlayabilir. Bu yönüyle gevezelerden kurtulmak için vuvuzela’nın icat edildiği söylenmekte olsa da ulemanın bu konuda farklı görüşleri vardır. Âcizane fakirin görüşü selef ve halefin isabet buyurdukları lakin ihtilaf gibi görünen kısmın ıstılahtaki ifadeyle “iltibas”tan kaynaklandığı yönündedir. Şimdilerde vuvuzela denilen nevzuhur ve muzır aletin atasının “zurna” olduğunu kabul edersek ortada ihtilaf kalmaz ki istidradi olarak yeni ifadeyle antrparantez (anti parantez değil) arz etmiş bulundum. Sadede rücu’ edecek olursak gevezeler öyle konuşurlar ki kelimeler cümlelere cümleler birbirine dolaşır ve arı kovanına başınızı sokmuşunuz hissi uyanır sizde. Bitti dediğiniz yerde yanlışlıkla küçük bir nazar-ı tevcihiniz alkış addedilip yeniden ateşli bir konuşma başlayabilir.
Düşünme melekeleri, empati, sempati gibi kavramları bellekten silinmiştir. Onlardan medet ummayınız.
Geveze, lafazan, konuşan, geveleyen, höyküren de diyebileceğimiz bu belirtilere sahip şahıslar adeta kelimelerle geviş getirirler. Bu tür insanlar anne babaları, okulları, sokakta gördükleri bir kız, geçen akşam ki film, şampiyonluğun kaçmasın, et fiyatların, küresel ve finansal kriz, balinaların tehlikede oluşun, akşam yediği melemendeki domates kabukları, mide gazın, cep telefonunun tuşlarındaki aşınma, yazın sıcaklar, kışın soğuk, hulasa ip sap ne varsa hiçbir mantık insicamına riayet etmeksizin mütemadiyen anlatırlar. Akılları dil kökünün hemen yanında bulunuyor gibi konuşurlar. Usanmaz, utanmaz, bıkmaz, sıkılmaz, yorulmaz yalnızca ve daima konuşurlar. Kelime tamamlama oyununun kötü bir kopyasını bunlarda görürsünüz. Havanın yağmurlu oluşundan bahsediliyorsa kurbağa ile irtibat kurabilir oradan tatil beldelerine uzanıp konuyu belediye seçimlerine getirip babasının bir zamanlar elinden tutup maça götürdüğüne varabilir. Dondurma derseniz hemen bel altına inip bayağının birkaç katı pespaye ve absürt espriler yapabilir sonra Türkçenin lastik özelliğinden dem vurup ( sanki başka dilce biliyormuş gibi) oradan kaldırımların kirletilmesinin bizim ülkemize has olmasını Avrupa böyle olmaz hükmüyle taçlandırabilir. Ve siz bütün bunların kimyasal etkisi altında bir beyin şokuna maruz kalabilirsiniz ki Çernobil kadar tehlikeli olduğuna bahse girilebilir. Bu yönüyle de kamera şakası çekildiğini zannedebilirsiniz ama öyle değildir durum.
Bir diğeri kendini bulunduğu beldenin manevi dinamiği ve kutbu yerine koyup geçmişin menfezlerindeki hatıralarını sizin üzerinize boca etmeye kalkar. Yetmez çocukluk yıllarına oradan erik çaldıkları bahçeye ve askerliğe. Askerken nasıl kahramanlık yapıp bir bölüğü yok olmaktan kurtardığına ve aldığı övgülere derken gizli ve mistik güçlerine kadar sizin için zerre miskal ehemmiyeti ve gereği olmayan fuzuliyatı keçiboynuzu kemirmek gibi dinlemek ya da dinliyor gibi yapıp ara sıra başınızı sallamak veya mimik oynatmak durumunda kalabilirsiniz.
Bir diğeri kırağı görmemiş sesiyle gırtlaktan höykürerek Hammurabi’den bu ne kadar hurda bilgileri varsa lütfuyla bizleri feyizyab eyleme gayretine girer. Bıraksanız binbirgece masallarının rekorunu komik kertede bırakmaya azm-ı cehdi içerisinde tüm eforunu sarf eder. Uzaktan görenler kilo vermek için spor yaptığını dahi zannedebilir.
Aslında kullandıkları kelimeler en fazla 30 bilemediniz 40 kelimedir. Yüzlerce cümleyi biteviye aynı kelimelerle inşa edip bulundukları her vasatta anlattıklarını düşünüp, sıfır muhteva, sıfır mantık ve sıfır fayda ile bunları dinlemeye maruz kalmak bir nükleer reaktör sızıntısına maruz kalmak kadar zihne ve ruha ziyandır.
Zihninde düzeni, beyninde intizamı tamamen kaybetmiş, ulu orta işportacı esnafı gibidirler. Yahut seçim otobüsü gibi gezinirler. Gürültüler ve olur olmaz anonslarla dolaşır bu taifenin fertleri. Mezkûr şahıslar, mantık örgüsü dağılmış, kapısı penceresi olmayan evde rüzgârın her şeyi dağıtması gibi sallapati konuşur ömrün nasıl “laklak”la geçtiğini bilmem kaç bininci kez ispat eder. Doymak bilmeyen balık cinsine benzeyen bu şahıslar konuşmaktan yorulmadıkları gibi başkalarının bu konuşmaları onayladığı veya alkışladığı zehabına kilitlenmişlerdir. Ah minel insaf.
Kesin tedavisi var mıdır bu hastalığın? Tıp literatüründe ve alternatif ya da yardımcı tedavi yöntemleri içerisinde henüz bir tedavi şekli yoktur. Ağızlarına acı biber çalalım veya bir tutam ısırgan otu yedirelim şeklinde halk arasında yaygın olan söylentiler kronik bir hastalık için palyatif ve muvakkat bir idare-i maslahattan öte geçmez.
Dinlediğinize, beğenildiğine, alkışlandığına, bilgili ve her ortamın vazgeçilmez muhabbet adamı olduğuna imanı o kadar tamdır ki sizin imalı tavır ve ifadeleriniz itikadında en küçük bir şek ve tecezziye imkân vermez. Kesmeye kalkmanız ters tepkiye yol açıp kutsal bir savaşçının uyarılması gibi netice verebilir. Ve bu durum onun kırbaçlanıp yeniden aşkla şaha kalkmasına vesile olabileceğinden son derce sakıncalıdır. Zinhar sakınılmalıdır.
Ne diyelim bu gevezelik ilahi beyanda nifak alameti sayılmış ve ciddi ikaza muhatap olmuştur. Şöyle ki;
“ – Onları gördüğünde kalıpları, kıyafetleri senin tuhafına gider. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta koltuklarına dayanan, içi boş, ruhsuz kütüklere benzerler. İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakının! …” -Münafikun suresi 4.-
Ve açıklamasında:
“Ve onları gördüğün vakit cisimleri tuhafına gider. Dıştan bakınca giyimleri kuşamları, şıklıkları, irilikleri, güzellikleri ile bedenlerinin süsü ve manzarası hoşuna gider. İmreneceğin tutar. Ve konuşurlarsa konuşmalarına kulak verirsin, …asrısaadette bu geveze taifesi iri vücutlu, yakışıklı, giyim ve kuşamlarına itina gösteren, düzgün konuşan, dilleri ve dış görünüşleri alımlı kimseler idiler. Herkes onları dinler. Onlar ise kendilerine söz söylendiği zaman resmî bir tavırla ve dıştan ağır başlı bir vaziyette dinler gibi sessizce dururlar, ancak kulaklarına söz girmez, öyle ki sanki onlar dayanmış keresteler gibidirler. Oturdukları yerde dayanmış ahşap keresteler gibi dışları, endamları düzgün, hareketsizce kurulur otururlar. Ancak içleri bilgi ve şuurdan, yetişme ve gelişme kabiliyetinden mahrum, sağlamlık ve dayanıklılıktan uzak, boş kuru tahtalara ve direklere benzerler. Öyle ruhsuzdurlar ki, istifade edilmesi lazım gelen sözler kulaklarına girmez, ondan faydalanmazlar. Öyle cansız ve yüreksizdirler ki her sayhayı/sözü aleyhlerinde zannederler. Her işittikleri kuvvetli bir sesi mutlaka kendi aleyhlerinde sanır korkarlar. Lehlerinde söyleneni bile aleyhlerinde telakki ederek ürker kaçmaya çalışırlar. Sertçe bir öksürükten şüphelenirler, hemen hemen pöh denilse korkacak hale gelirler. Her şeyden nem kapar ve her sesten ürkerler. Yalan söylemeye de alışkın olduklarından lehlerinde söyleneni de yalan kabul ederek hep aleyhlerinde mânâ çıkarırlar.”
Ve Nebevi beyanda:”Ya hayır söyleyin veya susun.” buyrulmuş ve yine ecdadımız atalar sözü olarak “Söz gümüş ise sükût altındır.” diye hükmetmişler.
Ahir kelam olarak “gafile kelam nafile kelam” ifadesini “Arife kelam nafile kelamdır.” şeklinde estetize edip kibarlaştıran kelam-ı kibar sahibi ceddimizin dillerine vird ettikleri “edep yahu” ile sözü hitama erdirelim.
Timur, Hoca Nasreddin’e sormuş, bizden önceki kimi sultanlar isimlerine KAİM Bİ EMRİLLAH gibi lafza-i celal ilave etmişler. Bana ne tavsiye edersiniz? Hoca Nasreddin hiç düşünmeden cevaplamış: HAFİZANALLAH.
Her ne kadar sürç-i lisan ettiysek affola…
Hüsamettin YILMAZ
Yazılarla ilgili tüm hukuki sorumluluk yazıyı yazan kişiye aittir.