Toplumda zulüm uygulayan, insanlara eziyet eden kişilere karşı onurlu bir mücadele içinde olmak yerine, Müslümanlar'ın birbirleriyle çekişmeleri onlar için Allah Katında büyük bir sorumluluk teşkil edecektir. Kur’an’daki, ""Allah'a ve Resulü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi 46) ayeti gereğince iman edenlerin, çekişmeden şiddetle kaçınmaları gereklidir. Bediüzzaman Said Nursi bu konuda şu sözleri söyler: “Ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve düşmanca taraf tutmanızdan kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Sosyal hayatla alakanız varsa, 'Mümin mümin için sağlam bir binanın birbirine kuvvet veren taşları gibidir' yüksek prensibini, hayat prensibi yapınız. Dünya sefilliğinden ve ahiret sıkıntısından kurtulunuz.” Günümüz dünyasında açlık, yoksulluk, parasızlık en önemli sorunların başında gelmektedir. Yönetimdeki ve ekonomideki aksaklıklar, savaşlar, baskıcı yönetimler insanların yoksulluk çekmelerine neden olmaktadır. Zor koşullarda ya da ağır şartlarda yaşayan, imkanları olmayan insanlar yardıma muhtaçtırlar. Kur’an’da iman edenlere bu konudaki sorumlulukları şöyle bildirmektedir: Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75) Müslümanların arasında mezhep, görüş ve uygulama anlamında çeşitli farklılıklar olabilir. Ancak bu farklılıklar “…birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. (Hucurat Suresi,13) ayetiyle bildirildiği gibi tanışıp kaynaşmaları içindir. Farklı olmaları birbirlerinin din kardeşi olduğu gerçeğini değiştirmez. Vicdanlı Müslümanlara düşen, Kur’an ahlakı gereğince bu kardeşliği korumak ve güçlendirmektir. Günümüzde Müslümanlar arasında ihtilaf konusu olan birçok konu vardır. Fikir birliğine varılamaması nedeniyle birçok konu tartışmaya ve çatışmaya dönüşmektedir. Bu çarpık görüşlerin yeryüzünden tamamen kalktığını ancak, terör, anarşi ve zulümler durduğu zaman anlayabiliriz. Ancak hala masum insanlar katlediliyor ve birçok yerde zulümler devam ediyorsa, bu kanlı ideolojilerin taraftarları iş başında demektir. Ortadoğuda yıllardır süren Filistin- İsrail sorunu da, deccali/şeytani yöntemlerle değil, rahmani yöntemlerle çözülebilir. Bölgede, Allah’ın sistemi, şeytanî sistemin yerini almadıkça ızdırabın, acının önüne geçmek mümkün değildir. O halde öncelikle yapılması gereken, tüm Müslümanlar arasında birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun yeniden hayata geçirilmesidir… Ve vicdanlı insanlara düşen görev çok açıktır; ”fitne kalmayıncaya kadar” mücadele etmek... Çünkü: “Şüphesiz Allah,Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi,4) Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), "Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldıkça asla dalalete düşmeyecek ve sapmayacaksınız; Kur’an ve sünnetim" sözleriyle Müslümanlara uymaları gereken yolu gösterir. Bizlere düşen onun ışığıyla aydınlanan bu yola uymak ve Allah'ın şu buyruğunu unutmamaktır Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103) Sorunların çözümü, bütün Müslümanların birlik olmasıdır, Allah'ın ipine sarılmaktır; bu Allah’ın emirlerinden biridir. Namaz ve oruç gibi bir buyruktur. Bir insanın namazını kılmaması nasıl büyük bir yanılgı ise, İslam âleminin birleşmesini ve birlikte hareket etmesini istememek de büyük bir yanılgı olabilir. Son dönemde uluslararası toplantı ve konferanslarda, İslam dünyasının çok ciddi meydan okumalarla karşı karşıya olduğu, bunların üstesinden gelmenin tek yolunun İslam toplumlarının ve İslam ülkelerinin ittifakından geçtiği yönünde sıklıkla açıklamalar yapılmaktadır. Türkiye, yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu ile İslam dünyasının manevi liderliğini yapmıştır. Ve bu sayede bölgede Müslümanlar tarafından sevilen bir ülke konumuna gelmiştir. Bunların yanı sıra deneyimleri, dış ilişkileri, aydınları ve tüm halkıyla Türkiye, Türk-İslam dünyasının birleşmesine öncü olabilir. Büyük bir kesimin görüşleri de bu yöndedir. Türk Milleti'nin lider olması isteği asla bir ırk üstünlüğü düşüncesine dayanmaz. Bunun özünde "biz üstünüz, diğer ırklar bize tabi olmalıdır" gibi akıl dışı ve Kur'an ahlakına hiç uygun olmayan bir düşünce yoktur. Söz konusu olan ahlaki bir üstünlüktür. Söz edilen liderlik de korumaya, kollamaya, hizmet etmek için sorumluluğa talip olma işidir, bir tür ağabeylik anlamındadır. Türk ve İslam ülkelerinin birlik olması yalnızca Müslümanlar'ın değil, tüm insanlığın çektiği sıkıntılara -Allah'ın izniyle- son verecek, dünya barış, huzur ve mutluluğa kavuşacaktır. Böylece Kur'an ahlakının güzelliklerinin yaşanmadığı hiçbir yer kalmayacaktır. Bu Allah'ın vaadidir ve O’nun dilemesiyle gerçekleşecektir: "Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile." (Saff Suresi, 9) Mine ÇAKIR Yazılarla ilgili tüm hukuki sorumluluk yazıyı yazan kişiye aittir. |