Dünya hayatına dalmış bir insan, kendisine ahiret hayatı hatırlatılsa dahi duymazdan gelir veya üzerinde düşünmez. Yeni bir yaratılışla tekrar yaratılacağına, kendisini yeni bir hayatın beklediğine inanmaktansa geçersiz bahanelerle kendisini kandırır. Ahiret hayatının varlığından haberi yokmuş gibi bir yaşam sürer. Bu dünyaya yalnızca bir kez geleceğini ve tadını çıkarmanın en mantıklı olduğunu düşünür. ‘Carpediem’ kavramını savunur, yani anı yaşadığını yarını düşünmediğini öne sürer. İşte bu düşüncelerin altında hep ‘yok olma’ korkusu ve endişesi yer alır. Her geçen gün dünya hayatından bir gün eksilir ve ona doğru yaklaştığını açık olarak görür. ‘Ölümle birlikte yok oluş’ düşüncesi ise o kişiyi tam anlamıyla dehşete düşürecek bir konudur. Dini bilgilerden uzak bir yaşam süren bir insan, kendisinin, evrenin, dağların, denizlerin kısacası her şeyin tesadüfen olduğuna ve başıboş olarak hareket ettiklerine inanırlar. Evrenin içinde kontrollü olarak savrulan Dünyamızın çok küçük bir noktada yer aldığını, denizlerin neden taşmadan sabit durduğunu, tonlarca ağırlıktaki bulutların nasıl havada asılı durduğunu hiç düşünmezler. Her şeyin tesadüfen oluştuğunu ve öylece durduklarını düşünürler. Bu da onların çok sığ bir görüşe sahip olmalarına sebep olur. Bu insanlar, yaşamın sadece dünya hayatından ibaret olduğunu zannederler. Ancak bu insanı dehşete düşürecek olan bir yanılgıdır. Bir ayette şöyle buyrulur: "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz." (Müminun Suresi, 37) İşte bu şekilde bir inanca sahip olarak, dünya hayatının her metaından faydalanmak isteyen insan kendisini çok büyük bir yanılgının içine düşmüş olarak gördüğünde her şey için çok geç olacaktır. O an geri dönülmez bir yola girdiğini anlayacaktır. İnsanların imtihanı için yaratılmış özel bir mekan olan dünya, inkarcılar için zevkini çıkarmaları gerektiğini düşündükleri yerdir. Ancak yakalamaya çalıştıkları mutluluğa yanlış bir bakış açısı ile sahip olmak istedikleri için asla ulaşamazlar. Çünkü vicdanları onlara her zaman baskı kurarak huzursuzluk verir. Ölüm ile birlikte yok olup gideceğini düşünen bir insan dünyada zevk aldığını düşündüğü şeyi yaparken aslında çok büyük bir huzursuzluk içindedir. Mesela arkadaşları ile eğlenmeye gitmek, tatile gitmek, en lüks evlerde oturmak, son model arabalara binmek içten içe onu rahatsız eder ve doğru olanın bu olmadığını vicdanen bilir. Böyle devam eden bir yaşam gittikçe huzursuz, mutsuz ve sıkıntı verici bir hal alır. Yüce Rabbimiz, inkarcıların dünya hayatından yararlanmak için kendilerini kandırdıkları ancak aslında sıkıntı içinde olduklarını bir ayette şöyle haber verir: “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.’’(Enam Suresi, 125) Rabbimiz bir başka ayette ise, içinde bulundukları huzursuzluk ve sıkıntı sebebiyle bu kişilere cehennem azabının bir kısmının dünyada gerçekleştiğini şöyle haber vermektedir: “Derler ki: ‘Eğer doğruyu söylüyor iseniz, bu va'dolunan (azab) ne zaman?’ De ki: ‘Belki de acele etmekte olduğunuzun (azabın) bir kısmı size yetişmiştir bile." (Neml Suresi, 71-72) Dünyada ve ahirette mutluluk yalnızca Allah sevgisi ile gerçek olur. İnsan müzik dinlerken, yemek yerken, gezerken, okula ya da işe giderken, sohbet ederken Allah’ı zikrettiği, O’nu anıp şükrettiği vakit mutlu olur ve dünya hayatını gereği gibi yaşamış olur. Çünkü dünya Allah’ın insanları sınamak için yarattığı bir yerdir ve asıl güzellikler burada değil cennette yer almaktadır. Dünyadaki her şey sahte ve geçicidir. Bu nedenle iman etmeyen ve her an Allah’a sevgisini aşkını dile getirmeyen bir insan, sınırsız mutluluğu yaşayamaz. Buna karşılık iman neşesini ve mutluluğunu ise ancak Allah'ı çok seven, Allah'tan çok korkan, Allah’a derin bir aşkla bağlanan, yaşadığı her anın Allah'ın bir nimeti olduğunu bilen bir insan kazanabilir. Mine ÇAKIR Yazılarla ilgili tüm hukuki sorumluluk yazıyı yazan kişiye aittir. |