İlk defa bir gül bahçesinde gördüm seni. İlk bakışta şaşkınlığımı gizleyememiştim. Göz kamaştırıyordun. Kuş şakımaları arasında yaprak yaprak açılıyor, yaydığın kokularla yaşama ahenk katıyordun. Bülbülü kıskandırırcasına bütün meziyetlerini sunuyordun insanlara. Gül ben de hayran kalmıştım sana. Güzelliğin cenneti andırıyor, eşsiz kokun yaşama sevincimi göklere çıkarıyordu adeta. Bülbülün ben olmuştum sanki. Artık aşıkın ben maşukum sendin sanki. Daha fazla dayanamadım. Bir hırsla benim olmanı istedim. Bu güzelliğe dokunmak, okşamak, varlığını hissetmek istedim. Kokunu doyasıya yudumlamak istedim. Uzattım elimi bir hevesle. Sana duyduğum aşkı yaşamak için. Dalından bir tanecik almak istedim. Bir anda parmağımdaki acıyla irkildim. “O da neydi?” diye şaşaladım. “Bu güzellikteki varlığın özünde saklı bu acının işi ne?” diye hayıflandım. Parmağımdaki acıyı yüreğimde hissettim. Damarlardan süzülen kan aynı seni renkteydi. Ama o ban can verirdi. Sen acı vermiştin. Dokunmama, seni okşamama izin vermemiştin. Sana ne ümitle gelmiştim. Ben bana acı vereni sevmezdim. Sen canımı acıtmıştın. Güzelliğinin altında kibirin olduğunu öğrendim. Mağrurunla kabardığını gözledim. “Beni uzaktan sev” diyordun. “Dokunmadan, yaklaşmadan sev.” Demek sen bu kadar kibirli, bu denli bencildin. Bunu gülün aşkına umarsız kalmandan bilmeliydim. Ancak sen de bilmelisin ben insanım insanlar duygularıyla yaşar. O halde bırak gözyaşlarım aksın. Sakın sileyim deme. Onurumu incitme. Biber de güzelleşir baharla. Ama onunda acı saklıdır özünde. Bu yüzden biberden olabildiğince kaçarım uzaklara. Bilmelisin gül. “ güzelliğin beş para etme, / Bu bendeki aşk olmasa.” Der âşık Veysel. Ben dahasını söyleyeyim. Bana acı vereceksen, senin güzelliğini istemiyorum gül. Erdoğan GÜNEŞ |