RECAİZADE MAHMUT EKREM’İN Araba sevdası isimli bir romanı vardır. Türk edebiyatında roman türünün ilk eserlerinden olan bu kitaptan bahsedecek değilim.
Lakin araba sevdası serüveni el’an devam etmekte olduğu için ve zihnimi epeydir meşgul ettiğinden üç beş lakırdı ile bu bahse hasrı nazar etmeyi düşünüyorum. Anlatırlar ki batılı bir araba firması Afrika kıtasına gidip piyasa araştırması yapar. Vaziyet iç açıcı değildir. Kimse araba kullanmıyor, herkes ata biniyor ve şeflerin atları en cesametli atlar. Ancak bir kere sömürmeye odaklanmasın insan zekâsı yolunu bulacaktır. Hem de perakende çözümler değil toptancılık yapacaktır. Bakarlar ki kabile rüesasının azim derecede itibarları vardır ve dahi bu zevatın atları vardır ve bu atlar kabilenin en mükemmel atlarıdır. Niye bu atların yerini arabalar almasın derler. Hemen üç beş özel sipariş araba getirilir ve kabile şeflerine dağıtılır. Bundan sonra reisin atına gıpta ile bakanlar araba sevdasına kapılırlar ve işte o andan itibaren amansız araba sevdası başlamış olur. Önce at, avrat, silah sevdası var imiş âlemde şimdilerde birazcık mutasyon ile atın yerini araba almış. Genç kızlar dantel ve oya ile meşgul oldukları dönemlerde seyrettikleri Türk filmlerinde beyaz atlı prens hayal ederken şimdi markası ve modeli pahada kıymetli araba hayaline terfi ettiler. Öyle anlaşılıyor ki tüm açılımlara rağmen bu toprakların etnik kodlarında at – pardon- araba vazgeçilmez unsur olarak deveran ediyor. Kimileri bizim en hafifinden ARABA SEVDASI diye tesmiye ettiğimiz fenomene ŞİRK nazarıyla baktıkları rivayet olunsa da biz şimdilik bu görüşe şazz görüş muamelesi yapıyoruz. Avrat ve silah bahsi şimdilik sarfı nazarımızdır. Hoca Nasreddin’e eski ‘ay’ların akıbetini sorduklarında kırpıp kırpıp gün yapıyorlar diye cevap vermiş. Eğer siz de eski atları soracak olursanız bir kısmını çekip çekip kıyma, bir kısmını sucuk ve benzeri şarküteri mamulatına çevirdiler. Çok küçük diğer kısmı ise sütçü beygiri, çingene kardeşlerimizin biniti ve son kısmı ise Veliefendi aristokrasisine intisap eylediler. İlk defa at ırkına kıran girmesi 70’li yıllarda hacı murat efendilerle oldu. Bir veya birkaç mahalleye ancak bir adet düşen hacı muratlar hac dönüşü ziyaretleri gibi büyük bir gıpta ve takdis bakışları ile üç beş tur tavaf edilir, şurası burası ellenir takdirden maada, ifadeden acziyet izhar edilirdi. Bu ziyaretler uzunca bir dönem devam eder hele ki tatil günleri yolun orta yerine çekilip bil cümle ritüellere itina ile tadil-i erkâna ihtiram edip yıkanır, kurulanır yine etrafında parmak ucunun onda biri kadar gözden kaçmış yer olmadığı halde kontrol edilirdi ki bu yıkma - yuma sefası mahalleli tarafından huşu ile takip edilirdi. Örnek bizim karşı komşumuz Necati ağabey (zannediyorum tekaüde ayrılınca) böyle bir hacı murat almıştı. Hayali her zaman hatıratım içinde mutena bir yerdedir. O dönemler geçiniz sahip olmayı görmek hatta göreni görmek ve rivayet sahibi olmak azımsanmayacak ayrıcalıktı. Vakta ki Alamancı deyü tesmiye olunan yurtdışı emekçilerinin tatillerde getirmeye başladıkları farklı model ve markalardaki arabalara kadar bu devran sürdü gitti. Bu dönem Şavrole ve Ford Taunus dönemi olarak bilinir. Alamancı arabaları ise ayrı efsanelere sahip idi. Alamancıların bir kenarı çizilse dahi arabaları zenginliklerinden naşi hurdaya attıkları yahut değiştirdikleri yollu bizler için eynessera minessüreyya söylencelerle uzun uzun cıkk cıkk sesler çıkarmaya kâfi idi. Ülkeyi taş devrinde debelenmeye mahkûm eden rahmetli Ecevit ile Demirel döneminin hitama erişinden bir süre sonra cilalı oto devrine çağ atlamaya başlayınca dünya denilen bir gezegende yaşadığımızı ve bu gezegende bizim konumumuzun mağaralar olmadığını başka ülkelerin bulunduğunu öğrenmeye başladık. Ve sokaklarımızda otomobiller boy gösterip turlamaya ve tanıdıklarımızın yavaş yavaş “sahibi oto” olma şerefline serfiraz olduklarına şahit olmaya başladık. Bu dahi bizim için az şeref değildi.
Çocuklar gecenin bir vakti hasta olunca falankes komşuya müracaat edilir ve yüksünmeden otomobil hazırlanır 10–15 dakika sonra afili bir korna sesiyle kapınız önünde hasta nakil aracı olarak komşu vazifesi ifasına gelirdi. Bu komşuluk görevi ibadet neşvesi ile icra edilir, üç beş kuruş masarife katkı teklifi şiddetle reddedilir, duymamış olmakla karşılık bulurdu.
Tayyı zaman ile bu günlere gelindiğinde sokaktaki vatandaşın ilk hülyası araba olmuştur. Devlet kapısında vasat bir yere kapak atanı, memuriyete nail olanı, daha yukarı bir mevakie mazhar olanı toplumsal sınıf değişikliği saiki ile daha önceki sosyo yayan grubundan hızlı bir sıçrayış (ki buna dikey sınıf değiştirme denilebilir) sınıfını değiştirip “araba sevdalıları” arasındaki münhal yerini almaktadırlar. Bitti mi? Hayır asıl bundan sonra başlar. Zira bu “oto” statü değişimi bir sürü yenilik ve değişikliği beraberinde getirecektir. Bir kere araba envaı ve envanteri ezberlenecek, modeller, yıllar, modifiye, aksesuar, aksam, rot, balans, motor, balata, buji, gaz, pedal hulasa bilcümle iç ve dış organlar hakkında engin bir mütebahhireye malik olmanız cemiyet ortamlarına sözü sazı dinlenir, etrafında kümelenilir, itibar edilir hatta danışılır olmaya pek büyük katkıda bulunacaktır. Bu arada maganda olmanız önemli değil para sizde oto altınızda anahtar ulu orta her yerinizde ise kâfi ve vafidir cemiyet adamı olmanıza. İş çıkışı, hafta sonları yerli yersiz her zaman sanayiye uğrayıp hastalık hastası bir kısım teyzeler gibi olma dönemi başlamıştır. Hatta arabada giderken bütün sese rağmen bir yerden 35 saniye fasıla ile çıkan “çik” sesi defalarca size dinletilir üzerine değişik içtihad, yorum, teşhis ve tedavi yöntemleri geliştirilir. Burası bambaşka bir kültürdür ki bir önceki döneme göre üst seviye sayılır. Bir sonraki dönemde artık itminan vardır. Öyle çik-çak sesleri yoruma tabi olmayıp maluma tabidir. (Bilgi epistemolojisi bahsine müracaat) Bir geğirme veya hıçkırığın ifade ettiği mana nasıl adiyattan ise artık arabaya ait her şey kişileştirilmiş ve bu konuda tam bir mutmain olma hali ile füyuzata erilmiştir ki bu tasavvufta olsa bir varidat veya kisb olarak kabul edilecekti. Bu dönemin lazımı gayrı mufarıkı yani bu vahidin ikinci yüzü araba pazarlarını takiptir. Hangi gün nerde ise bittabi bilinir mutlaka birkaç saat ayrılır bazen aynı hizbe müntesip üç beş ihvan ile şehirlerarası araba pazarlarına gidilip sırf fisebilillah pazar kolaçan edilip, piyasadan kopmamak için malumatlar tazelenir ve güncellenir.
Çok gezilir, çok sorulur, çok konuşulur az olarak da araba alınır veya takas edilir, model yükseltilir. Burada ise bambaşka bir grup vardır ki telekomünikasyon devrimi adeta bu zevatın yoluna su serpmiş ve hidayetlerini artırmıştır. Zira internet ortamında tüm piyasayı takip edebilir, araçların iç dış tüm dizayn, tasarım, airo dinamik inceliklerini ekranda manipüle ile müşahede edebilirsiniz. Bu makam seyri ruhanide yüce bir makam olup eski postnişinlerin oturdukları yerden nasıl yedi iklimi müşahede ettiklerini anlamamıza bir nebze katkısı da olduğundan mistik bir yönü vardır. Bu makamdaki araba sevdalıları gün geçtikçe ilhama mazhar ve öğrenecekleri pek bir şey kalmamış fetva makamı gibidirler. Sormak istedikleriniz cevaplanır, tavsiyeler alınır ve kuşkular giderilir bu dergâhta. Bu zevat “oto” sevdasıyla öyle bir kara sevdaya tutulmuştur ki onsuz bir adım atamaz, yolun karşısına yürümek ıstırap, camiye gitmek çile bir gece arabasız olmak orta çağda yaşamış gibi anlamsız, beyhude ve çileli bir çaresizlikten ibarettir. Arabanın modelini yükseltememek insanın için günden güne kemirir bir burkuntu haline gelir. Gözlerinde idealinden başka hayal girmez, yediğinden içtiğinden lezzet almaz biteviye sayıkladığı modelle çevresine araba sevdası nasıl olurmuş temsili olarak gösterir. Yatırımları, planları, harcaması, hedefi hep bu istikamete göre şekillenir ve bu hedef için yaşar. Ve bir gün bu hedefe ulaşınca ‘daha yok mu’ ufkunun namzedi haline gelip bir başka ufka pervaz etmeye hazırlanır.
Araba sevdası ile alışkanlıklar, adetler, gelenekler değişmiştir. Artık eski çevre muhal ye yeni hal ya izmihlal sloganı şiar olmuş, mahalle köftecisi yerine uzak mekân âlemler, Katlı Pazar yerine büyük alışveriş merkezleri geçmiştir. Üç beş kilometrelik alan birden bütün şehir bazen memleket sathı olmuştur. Bayram seyran dönemlerinde ege bölgesinden dönerken İç Anadolu’da birkaç ile uğranmış öyle dönülmüştür Marmara Bölgesine. Artık sınıf atlama tam olarak gerçekleşmiş, eskiye ait alışkanlıklar unutulmuş, yeni itiyatlar özümsenmiş ve cemiyet içinde aynı sınıf mensupları ile entegre tam olarak sağlanmıştır. Bu uğurda canhıraş çabalar, hiç de azımsanmayacak masarif ve bazen içmeye ayranı olmaması gibi atasözlerine konu olma durumları bu işin cabası olarak kabul edilir. Kiminin hülyası olur, kiminin sevdası ve değişmem diyen nice civanlar direksiyon başında başka âlemlerin buudlarına doğru hızla yol alırken çevrelerini fark edemeyecek kadar kendilerinden geçebilirler. Belki trafik canavarı denen bir varlık yoktur. Olan sadece araba sevdasının zaman zaman insana oynadığı patolojik etkidir. Kim bilebilir. İhsan KARASU
Yazılarla ilgili tüm hukuki sorumluluk yazıyı yazan kişiye aittir. |